Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
12°C
İstanbul
12°C
Parçalı Bulutlu
Perşembe Parçalı Bulutlu
15°C
Cuma Yağmurlu
12°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
9°C
Pazar Parçalı Bulutlu
11°C

Eş, Eşit, Denge

Eş, Eşit, Denge
28 Aralık 2024 14:27
5
A+
A-

Duygular, insanın bedeninden önce, ceketini alıp evi terk ediyor ve geriye sadece birkaç kilo et ile kemik kalıyor.

Ortada aşk ile ilgili birçok teori olsa da, ben aşkın kavuşuncaya kadar geçerliliği olan bir dönem olduğunu düşünenlerdenim.

Sadece iki insan arasında yaşanan, henüz ailelerin, sorunların, sıkıntıların, kira, taksit ve faturaların sahneye çıkmadığı bir zaman dilimidir aşk. Orada, çoğunlukla, beraber keyif alınan, mutlu olunan, umut ve hayallerle üstüne inşa edilmiş bir alan vardır ve bu alan dışarıdaki dünyaya kapalıdır. Arkadaşlarla olan iletişim geriler, aileden uzaklaşma yaşanır, günlük işlerde kopukluklar başlar, yapılacak işler ötelenir ve mümkün olduğu kadar beraberce vakit geçirmenin yolları aranır.

Yastığa baş koyulurken, aşık olunan vardır. Sabah yataktan kalkarken, ilk akla gelen oldur.Saatlerce görüşmek yetmez, üstüne bir de saatler süren telefon görüşmeleri eklenir. “Birleşmeliyiz” denilir ,”Vakit kaybetmeden, hemen bir yuva kurmalıyız.” denilir ama aşk ekseninde geçen zaman dönüştürülüp, “Aile” olmaya “ortak bir yaşam”a imza atılmaya başlanıldığında, aşkın büyüsü de yavaş yavaş yerini gerçeğin suratsız ve sinirli ellerine bırakır.

Önce ailelerle tanışma faslı, ardından hısım akrabalar, arkadaşlar, tanıdıklar… Sonra, bunun sözü var, nişanı, nikahı, düğünü var.

Alışveriş, kına, düğün, salon, kiralık ev, eşya, bürokratik işler, taksitler, borçlar, banka hesapları, kredi kartları… Hepsi ayrı bir sorun, hepsi ayrı bir sıkıntı. Derken, aşk bu kadar sıkıntının arasında kaynar gider. Kapitalizmin ağına yakalanan her çift, zamanlar çıktıkları yolu unutup, bir anda başka bir yola devam etmeye başlar. Toplumda bir yer edinme, saygı görme ve itibar kazanma kaygısıyla, ezberlenilmiş bir yaşamı tekrar edenler arasına girer.

Evlenilir.

Ayna evde yaşamaya başlanılır.

Gidenler, gelenler, gidilenler…

Hediye paketleri, doğum günü kutlamaları, cenazeler, hastalıklar…

Evlenilmiş, yuva kurulmuş, eş olunmuş olmasına rağmen, her düşünceye, her girişime, her eyleme karışan aile büyükleri…

Küsenler, darılanlar, gönül koyanlar, uzaklaşanlar, eleştirenler, kızanlar…

Posta kutularını dolduran faturalar, evraklar, randevu defterleri, banka hesapları, borç harç, iş güç, yarın kaygısı, işten atılma korkusu, yetememezlik duygusu…

Ve anne baba olma zamanı.

Hamilelik dönemi, karışan kafalar, karışan duygular, karışan düzen.

Çocuk, çocuklar… Çocukların eğitimi, çocukların beklentileri, çocukların sorunları, çocukların eksikleri, çocukların ruhsal ve bedensel gelişimi… Anaokulundan üniversiteye uzanan upuzun bir yol.

Taksitler, krediler, borçlar…

Daha çok harcamak için daha çok çalışmalı!

Birbirinden uzaklaşan çiftler.

Aynı yatakta uzanıp da, birbirlerine kilometrelerce uzakta uyuyan çiftler.

Birbirlerine yabancılaşan çiftler.

Dünün “senin için ölürüm” diyen aşıklarından geriye gelen perişan et, kemik ve ruh yığınları.

Peki, nerede aşk?

Daha dün, saatlerce kapatılmayan telefonlar, ne oldu da, iki kıçı kırık mesaja dönüştü?

“Gelirken ekmek de al.”

“Tamam alırım.”

Bitti.

Zaten bu sebepten olacak ki, dünyadaki bütün aşk hikâyeleri de hep birbirlerine kavuşamayan aşıkları anlatır. Ya da kavuştukları anda hikâye biter.

Neden?

Neden olacak, zavallım yazarım, kavuşmadan sonrasına ne yazabilirdi ki?

“Kerem dağları çok iyi delebildiği için, tren yolu yapım işleri yürüten bir firmada işe başladı. Sabah beş, akşam beş, çalışıp durdu. Aslı deseniz, gün yüzü görmedi. Dört çocuktan sonra iyice bıraktı kendini, kilo aldı. Basenleri ve göbeği kendinden çok önce kapıdan içeri giriyor.” mu yazacaktı? Ya da “Leyla her akşam Mecnun’a ‘Sünepesin sünepe. El alemin kocaları eşlerini rezidanslarda yaşatsın, sen sabahtan akşama çöllerde yuvarlan dur.’ diye çemkiriyordu.” mu deseydi?

“Her akşam aynı yemek. Yeter ya.”

“Ne yapayım, sanki eve para mı bırakıyorsun? Zıkkımın kökünü ye.”

“El alemin kocaları karılarını rezidanslarda yaşatıyor rezidanslarda.”

Ne kadar itiraz edersek edelim, aşk bir süre sonra bitiyor, sadece çiftler değil, evlilikler de yorulmaya başlıyor. Yorgun evililklerde de sevgiden ve sevmekte vazgeçilmeler yaşanabiliyor. Bir taraf, diğerinden umudu kesiyor. Diğeriyse, umudu kesileni bir şekilde kaybetmeme çabasına giriyor. Duygular insanın bedeninden önce, ceketini alıp evi terkediyor ve geriye sadece birkaç kilo et ve kemik kalıyor.

Her yatakta aynı muhabbet.

“Beni seviyor musun?”

“Sevmesem, seninle aynı yatakta ne işim var?”

Belki arada bir güreş tutuluyor, ardından keyif sigarası yakılıyor ve yarın sabah ödenecek faturalar akla geliyor.

“İyi geceler.”

“Asıl sana iyi geceler!”

İzninizle şöyle bir örnek vereyim.

Bir ara işaret parmağımda bir yara oluştu ve önce sadece küçücük bir noktayken, zamanla genişeyip kocaman bir şey oldu.

İlk zamanları pek önemsemedim, “geçer gider” diye bekledim ama öyle olmadı. Büyürken, bir de üstüne kaşıntı başladı. Kaşıntı dediysem, öyle böyle değil. İnanılmaz tatlı bir kaşıntı ve kaşımanın ardından başlayan aynı derecede dayanılmaz bir acı.

Sonra bir şey farkettim.

Yarayı kaşırken, ardından yaşayacağım acıyı biliyor ama buna rağmen kaşımaya devam ediyordum ve düşünürken, bu durumu çevremizdekilerle olan ilişkilerimize benzettim. Aslında, doğru düzgün anlaşamadığımız, uyum sağlayamadığımız, olaylara bakış açımızdan tutun da, yaşam haritamıza kadar tek bir ortak nokta bulamadığımız ne kadar çok insan var hayatımızda.

Oysa, bu görmezden gelip, önemli değilmiş gibi yaptığımız “yabancılar topluluğu” bizim kederli halimizin en etkin sebeplerinden bir tanesi. Elleri ellerimize, gözleri gözlerimize benzemeyenlerle, fikirleri ve eylemleri yanımızdan bile geçmeyenlerle kurduğumuz iletişim, biraz önce size anlattığım parmağımdaki o yaraya benziyor.

Bizim dünyamızda yeri olmayanlarla, özellikle de kazara evlendiğimiz ve mutsuzluğa düştüklerimizle kurduğumuz ve zamanla derinleşen ilişki, o anda yapayalnızlığımıza iyi geldiği ve yalandan da olsa bir mutluluğa sebep olduğu için, bunun adına yaranın tatlı kaşınması diyebiliriz.

Konuşuyoruz, kaşıyoruz.

Anlatıyoruz, kaşıyoruz.

Paylaşıyoruz, kaşıyoruz,

İnanıyoruz, kaşıyoruz.

Zaman harcıyoruz, kaşıyoruz.

Dinliyoruz, güveniyoruz, peşinden gidiyoruz, durmadan kaşıyoruz.

Öyle tatlı kaşınıyor ki, kaşıyor, kaşıyor, kaşıyoruz. Ta ki, sonunda bize ve ruhumuza dayanılmaz acılar bırakana kadar!

Zaman zaman ardından gelecek acıyı farkına varsak bile, çaresizce kaşımaya devam ediyoruz. Devam ediyoruz çünkü o yalandan mutlulukları yaşayacağımız acıya değer ya da mecbur sanıyoruz.

Daha sonra, parmağımdaki yarayı kaşımamayı başarınca, geçti gitti. İnanmadığım ilişkilerin yarattığı sahte mutluluklardan uzaklaştıkça, acılarım da yok oldu. İkisinden de geriye sadece derin iki iz kaldı.

Anladım ki, her zaman iki yalnız bir araya gelince yalnızlık sona ermiyor, aksine ikili yapayalnızlığa dönüşebiliyormuş.

Anladım ki, dünyanın en mükemmel insanı olsanız da, bir ilişkide en fazla yüzde elli belirliyici olabilirseniz. Diğer yüzde elli karşınızdaki insandadır. Hiçbir ilişki tek tarafın çabasıyla ayakta duramaz, en fazla, sonunda ayrılığın beklediği zaman uzatılmış olur.

“Eş” demek “Eşit” demektir.

Yani “Denge”.

Dengenin bozulduğunu iletişim ardından ruhsal ve bedensel sorunları getirir. Dengenin bozulduğu yerde, bir “sürekli emek tüketen” ve bir “sürekli emek veren” olur.

Biri yorulur.

Diğeri alışır.

Oysa bizler kimseyle yarışmıyoruz, yarışmamalıyız. Evlilikler başka hayatlarla, başka evliliklerle yarış demek değildir. Varsın, bir şeylerimiz eksik olsun. Evlerimizi tıka basa eşyalarla doldurmanının, gücümüz yetmediği halde, boyumuzu aşan, mutluluğumuzu dağıtan, bizi çocuklarımızdan koparan ev ya da araba kredilerinin asla huzur getirmeyeceğini bilelim. Çocuklarımızın büyüdüklerini göremedikten sonra, ve oturup da eşimizle iki laf edemedikten sonra, ne değeri var, son model cep telefonlarının ve pahalı koltuk takımlarının? Ailede devrim sevgiyle olur ve sevgiz her eve bir gün bir kayyum atanır!

İlişkilerimizde, evliliklerimizde doktor olmayalım. Öğretmen, eğitimci, organizatör, terapist, kurban, dilenci olmayalım. Sadece eş olun, eşit olalım. Eş ve eşit olalım ki, aşk çekip gitse bile, geriye sevgi, saygı, yoldaşlık ve yarenlik kalsın. Evlilik o zaman demini almaya başlıyor!

Özünüze rast gelesiniz.

Sevgiyle.

Tamer DURSUN

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.