Temmuz ağustos aylarıydı. Tam da nilüfer çiçeklerinin açma zamanı. Mutlu bir hayatı olan Nilüfer’in kocası, ünlü bir sanatçıydı. İkiz oğullarıyla taçlanan güzel yaşamlarının bir yalandan ibaret olduğunu o sabah gazetedeki bir haberi okuyunca anladı. Grubuyla turnede olan Tufan’ın ihanetine uğradığını öğrenmişti. İnandığı tüm değerler kökünden sarsılan Nilüfer, arabasına binip yola çıktı. Bu yolculukta hayatını ve geçmişini sorgulamaya başladı. Ani bir kararla arabasının direksiyonunu Şile yönüne çevirdi. Ama bu kararın hayatını nasıl derinden etkileyeceğinden habersizdi. Direksiyonu çevirdiğinde kaderinin de çarkını çevirdiğini bilmiyordu.
Cihan, samimi bir zaman diliminde bile Nilüfer’i çözememiş, sürekli kadının görünmez zırhlarına çarptığını hissetmişti. Bu kadar samimi görünürken nasıl mesafeli kalabiliyordu? Cihan’ın çarpıp durduğu o zırhları üzerinde orantılı bir şekilde taşıyordu. Kadının yüzündeki hüzün, onu çok etkilemişti. Öyle hissediyordu ki, o hüzün bu güzel yüze kısa bir süre önce yerleşmişti. Belli ki, uzun süre orada kalmayı planlıyordu.
Sayfa Sayısı: 272
Alıntılar:
* Ama artık mevsim sonbahardı. Nilüferler çoktan solup gitmişti, tıpkı onun gibi.
*Hep o güzel günü beklemiş ama o gün hiç gelmemişti.
*Başını alıp çok uzaklara gitmek istiyordu. Gerçi başı da onunla geldikten sonra gitse neye yarardı?