Takvimler onu, on yaşını birkaç ay geçmiş diye gösteriyordu. İki çocuklu bir ailenin küçük oğluydu. O yıl ilkokul dördüncü sınıfa devam ediyordu. Güneyde, turistik bir kasabada oturuyorlardı. Kara kış olmasına rağmen hava güzeldi. Annesi, babası ve yılbaşı tatili dolayısıyla İstanbul’dan gelen teyzesiyle birlikte iskeleye doğru gezintiye çıktılar. Üzerinde bordo, mavi...
Mumun titreyen alevi söndü sönecek, hep bu vakitlerde şafak çıkardı. Ellerimde akşamdan kalma limon kokusu, odanın köşesinde nazlı nazlı miyavlayan kedim gözlerini bana dikmiş aç, üşümüş belli. Yak şu sobayı ısınalım diyor. Sobaya elimi atıyorum, soğuk metal tenime nüfuz ediyor. Yakacak bir odunun yok, güneş sana uğramaz olmuş getir de...
Güz mevsimiydi. Egenin kuzeyinde dağların üzerindeki küçük bir kasabaya gitmiştik. Kasabanın merkezindeki bütün yollar ve ara sokaklar trafiğe kapatılmış, gölgeliklerin altına tezgâhlar kurulmuştu. O gün kasabanın pazarıydı. Güneydeki turistik kasabalarda pazar yeri denilince insanların aklına daha çok sebze ve meyve satılan sergiler gelirdi. Buradaki tezgâhlarda ise çok miktarda tekstil, ayakkabı...
Gün akşama dönmek üzereydi.. Sivas’ın en kavurucu yaz günlerinden birinde ben daha altı yaşındaydım, ablam ben ve iki arkadaşımız ip atlıyorduk. Sivas iklim olarak sert bir memleketti. Kış ayları insanı dilim dilim doğrarmışçasına ayazıyla yakarken, yazları nemden uzak iğne iğne batarcasına, kuru ve sıcak olurdu.. Yine böyle kupkuru bir...
Çocukken bir an önce büyümek için elimizden ne gelirse yapmaya çalışırız. Genç olduğumuzda da durum yine farksızdır. Orta yaş ve üzerine geldiğimizde ise zaman dursun, hiç geçmesin demekle kalmaz, eskiyi özler dururuz. Bu dizeleri yazarken benim de çocukluğum geldi aklıma. Büyükbabamı ve anneannemi çok seven bir çocuktum. Çok şükür ki,...
İnsanlar başında durmuş sürekli bir şeyler konuşuyorlardı. O, bu konuşulanların hiçbirini anlayamıyordu. Çünkü o kadar çok ağrıyordu ki vücudunun her yeri, acıya daha fazla dayanamadığı için gözlerini kapatmayı denedi, uyursam belki geçer diye. Bir veteriner muayenehanesinin sedyesi üzerinde başını ellerinin üzerine koymuş vaziyette bekliyor, ağrıdan sızlayan bütün kemiklerinin acısını tek...
SEÇKİN EROLER AVCI Güneş – Öykü Seçkin Eroler Avcı Ayaklarına prangalar vurulmuş mahkumlar gibi hissediyorum şu an kendimi. Onlar yürümemek için direndikçe ben daha fazla çabalıyor, karnım sırtıma yapışmış vaziyette, karla kaplı şehrin dört bir yanını dolanıyorum yiyecek bulabilmek için. Gecenin kapkara örtüsü altında, ayazın etkisinden buza çekmiş karların altında...
Sonbahar rüzgârı dallarından koparırken sararmış yaprakları, Ayten’in de yüreğinden bir parça kopup bilinmezlere savruluyordu. Her hazan mevsimi aynı sahne tekrarlanırken, Ayten’in derin yarası gün yüzüne çıkardı. Rüzgârın uğultusunun kulaklarda yankılandığı bir sonbahar günü bırakıp gitmişti Engin Ayten’i. Birkaç satırdan ibaret bir mektupla. Ayten’in sessizliği bir çığlık olup taşıvermişti yüreğinden, akamayan...
Aklınıza gelebilecek en kötü günlerden biriydi o gün. Kâbus olmasını diliyor ama vahşi bir cinayetin tam ortasında olduğumu biliyordum. Oysaki yeni bir gün, ne kadar da güzel başlamıştı, dallarımda cıvıldaşan kuşların neşeli şarkılarıyla. Ormandaki diğer arkadaşlarımla, dallarımız birbirine dolanmış, neşeli bir türkünün eşliğinde kol kola halaylar çeken insanlara benziyorduk. Denizden...
Eski bir sokaktaydım şimdi. Köşedeki ahşap, iki katlı, mavi boyalı evin yanındaki harap bina, kırılan umutlarım gibi ayakta durmaya çalışıyordu. Biraz ilerledim ayaklarım beni oraya sürüklüyordu sanki. Gitmek istediğimden emin değildim ama itiraz da edemiyordum. Önünden şöyle bir geçerim diye düşünürken kapının önüne gelmiştim bile. Baktım, kapı aralıktı. Tokmağından tutup...