Yaz, Emine için yalnızca mevsim değildi; bir ritüeldi. Her yıl olduğu gibi bu yıl da babasının evine geldiğinde, beraberinde getirdiği eşyalarla geçmişin tozunu silmeye hazırdı. Kendi evinden kullanmadığı ne varsa toplamış, çocukluğunun geçtiği bu taş duvarlı eve taşımıştı. Duvarlar geçen yıl badana yapılmıştı ama kışın tüten soba dumanı, zamanın izlerini...
1930 yılının son günleri… Eylül, İstanbul semalarına gri bir örtü bırakmıştı. Boğaz kıyılarında serin rüzgâr esiyor, ağaçların sararmış yaprakları yavaş yavaş yere düşüyordu. Sonbaharın bu dingin ama hüzünlü havasında, Göztepe’nin toprak pistinde olağanüstü bir heyecan vardı. Halk, merak ve coşkuyla pistin kenarında toplanmış, gözlerini tek bir noktaya dikmişti: Kırmızı-beyaz...
Sokağın başındaki ulu dut ağacı, yazın kızıl karışımı mor yemişleri olgunlaştıkça ağırlaşır, geniş, yemyeşil yapraklı dalları kaldırıma serin, hareketli bir gölge halısı dökerdi. Mahallenin cıvıl cıvıl çocukları, o gölgenin altında renkli cam misketleri dizer, çıtırtılı iplerle atlar, cevizden topaçları çevirir; okuldan dönenler kitaplarını buz gibi taşlara dizlerine koyup ödev yetiştirirdi....
UMUT MERİÇ BERBEROĞLU 1977 yılının yaz başıydı. İzmir’in en eski semtlerinden birinde, küçücük bir evin dar odasında Ahmet, sabahın ilk ışıklarıyla uyanmıştı. Yüzündeki yorgunluk, yaşının ötesindeydi. Henüz yirmi üç yaşındaydı ama hayatın yükü omuzlarında ağır bir çanta gibi duruyordu. Annesi, babası, ağabeyi… Hepsi ona hep aynı şeyi...
Otobüsü kaçırmanın sıkıntısıyla gelecek minibüsü beklemeye başladım. Durağın örtüsünün altına saklanıp güneşten kaçtım ama nafile, bu kez de tenekenin sıcağı bunaltıyordu. Minibüsün gelişiyle moralim daha da bozuldu. Klimasız araç da çekilir mi şimdi… Limana yanaşan gemi edasıyla yaklaşan minibüsün boş olması sevindiriciydi. Ön tarafa, oturdum. -Ooo hoş geldin İzmirli dedi...
Şehir, eski dokusuyla hâlâ ayakta duruyordu. Rüzgâr, taş sokakların arasından geçerken eskiden burada yankılanan çocuk seslerini getirmeye çalışıyordu ama başarıya ulaşamıyordu. Mehmet, eski ahşap kapıyı açtığında, zamanın içeriye ne denli sinsice sızdığını fark etti. Raflarda hâlâ annesinin koyduğu porselen tabaklar vardı; eski radyosu, çalmasa da bir köşede duruyordu. Ama...
Başını balkonun kapısına dayayarak geceyi dinledi. Gözleri, ay ışığında parlayan bahçenin derinliklerinde kaybolmuştu; orada, rüzgârın fısıltılarla taşıdığı eski hatıraların izleri vardı. Bu balkon, onun sığınağıydı. Sessizlik içinde kendini yeniden bulduğu, zamanın kanatlarından sızıp avuçlarına düşen hatıralarla yüzleştiği bir yer. Yüzlerce geceyi burada geçirmiş, yıldızlara içini dökmüş, rüzgârlara sessiz çığlıklar bırakmıştı....
Trene bindiğim anda, tüm anılarımı geride bırakacağımı sanmıştım. Hayatın kollarından bir tren biletiyle kaçmak mümkünmüş gibi… Ancak, anılarım benimle aynı vagona usulca oturdu; koltukları sessizce sahiplenip beni geçmişin sararmış sayfalarına taşıdılar. Yolculuğun bu kadar yalnız olmayacağımı biliyordum. Kimi zaman pencereden akıp giden manzaralar, eski bir tebessümü yeniden yaşatan bir...
Her şey o ilanı görmemle başladı. “Sahibinden kelepir acele satılık villa…” İki katlı muhteşem bir ev resmi ve altında açıklaması vardı. “5 odalı, üç banyolu, güvenlikli, her türlü sosyal tesisi olan site içerisinde masrafsız villa.” Yıllardır hayalimizde olan ev şimdi karşımdaki resimdeydi. Ne zamandır İstanbul’da ev almanın planını yapıyorduk. Elbet...
Gece, şehrin sokaklarında derin bir sessizlik içinde kaybolurken, bir sokak lambasının zayıf ışığı, karanlığı delip geçiyordu. Bu lambanın etrafında, hayâlet gibi, öylesine yalnız, öylesine ürkek bir kuş gibi yürüyordu. Firuzan, uzun zamandır kaybolmuş bir umut gibi, her adımında bir parça daha azalıyordu. Gecenin bu kör karanlığında, tek ışık kaynağı, ileride...
“İki çocuklu dört kişilik bir aile ve bahçesinde salıncak kurulu dut ağacına sarılmış kollarıyla üzüm asması olan ahşaptan iki katlı köy evi. Henüz beş yaşında annemizin bizi terk edeceğini bilmeden mutlu mutlu sallanırdık üç yaşındaki kardeşim ve ben” Bu sözler, telefonun öbür ucunda, abi yurt çocuklarının dertlerini, yaşadıklarını ve çile...