IZDIRABIN GÜNLÜKLERİ
22 Ocak 2021
Saat:01.30
…Aras…
Dertlerimiz üflenmemiş sigara dumanından ibaretti. Ekip olarak ilk yaramızı almıştık bu gece. Herkes hiçbir şey yaşanmamış gibi uyurken ben ise onları izliyordum.
Dizimde yatan Arıkan ‘ ın yarasını temizleyince taktığım siyah göz bandına baktım uzun süre. Alttan sızarak yere damlayan kanı gördüm, hafifçe elimle yeri sildirttim. Uyandırmadan saçını hafifçe okşadım.
Tekli koltukta uyuyan Ufuk ‘ a baktığımda yorgunluğun damarlarına işlediğini söylememek mümkün değildi. Beni sertleşmiş büyük elleriyle kurtardığı zaman yüreğinin bir cam kadar kırık olduğunu fark etmemiştim. Hayatında tek tutunduğu dal olan üvey kardeşinin ansızın vurulması yıkılmasına yetmişti. Kucağına alırken koruyamadığı için pişmanlık duymuştu. Belki de bu onunla ilgili ilk pişmanlığı değildi. Acıların yazar olduğu romanın karakterlerinden biriydiler. Onlar hakkında tek bildiğim şey ömürleri boyunca hiç mutlu olamamalarıydı.
Karşıya baktığımda vurulmuş halde içindeki kurşunu çıkararak yaralarını kendi saran kız görüyordum. Yalnız kalmış boynu bükülmüş öksüz bir küçük kız çocuğu sessizce uyuyordu. Kedi gibi kıvrılarak yatması bir şeyden korktuğunu anlamamı sağlamıştı. Sürekli titreyen bacakları dikkatimden kaçmamıştı. Biraz daha bakınca yanağından istemsizce süzülen gözyaşlarını gördüm. Buraya gelirken acıdan inlemesini bekliyorken tek kelime bile etmemesine şaşırmıştım. Eve geldiğimizde de banyonun kapısını kilitleyip aldığı yarayı kimseye ellettirmemişti. Ufuk saatlerce kapının önünde Berfu ‘dan yani üvey kardeşinden özür dileyerek onun çıkmasını beklemişti. Açıldığında birbirlerine sarılmışlardı ki huzurla.
Bu huzur belki ölmedikleri için…
Belki de başardıkları için…
Her ne sebepten olursa olsun mutluydular ya da öyle görünüyorlardı. Sırların arkasında yatan öfkenin sabrının sınırlı olduğunu gayet iyi biliyordum bu yüzden son kez olumlu duyguların tadına bakıyorlardı.
Ayağa kalktım ardından masada duran üvey kardeşlere ait iki günlük buldum. Neler yaşadıklarını merak etsem de özele duyduğum saygımı bırakmamam gerekiyordu.
Acılarından taşlaşmış bir erkek…
Acılarıyla susturulmuş bir kız…
Beynimde dolaşan sorularımı susturmak için soluk mavi gül deseni olan büyük ihtimalle de Berfu ‘ ya ait günlüğü alıp kapağını açtım.
Silik mürekkeple yazılmış ilk sayfayı okumaya başladım.
21 Kasım 1999
…Berfu…
Yatağımda otururken yüzüme çarpan sokak lambasının sarı loş ışığının yarattığı karanlık gölgeyi görebiliyordum. Koridorda adım adım yürürken içimi anlamsız bulduğum korku kaplardı. Samimiyetsiz fakat tatlı görünen gülümsemesiyle bana yaklaştı. Elindeki çantayı bana doğru uzattı. İçindeki ayakkabı kutusunu heyecanla çıkartıp açınca kırmızı çiçekli beyaz bir çift sandaletle karşılaştım.
Mutluluktan ellerimle alkışladım ardından üvey babama koşarak sarıldım. Oda beni havaya kaldırdı.
“Beğendin mi?” Diye sordu ve bende olumlu anlamda kafasını salladım.
“Aldığım ayakkabılar senin olabilir ama ufak bir şartım var,” deyince merakla “Neymiş o şartın?” diye sordum.
“Seninle gizlice bir oyun oynayacağız,” dediğinde oyun kelimesini duyunca heyecanlanmıştım.
“Tamam o zaman. Başlayalım oyuna,” dedi pis bir tonda.
Beni hızla yatağa yatırdı. Boğazımı sıktığında acı içinde inledim ardından “Canım acıyor,” dedim nefes nefeseyken lâkin umrunda olmadı.
Parmaklarını çekerek saçlarıma dokundu. Burnuna doğru getirerek kokladı. Gözleri titreyen dudaklarımı izlerken yaklaştı iyice bedenime. Yüzüme tokat atıp geriye doğru gittiğinde “Abi,” diye çığlık attım. Durmadı, daha sert bir tokat attı.
Ayağa kalktı, cebinden bir sigara alıp çakmakla ucunu ateşledi. Bitmesine az kalmışken yanık küllü sigarasını karnıma bastırarak söndürdü.
Acılar içinde feryat ederken yüzündeki beynime kazınmış tebessümü dehşete düşürmüştü.
Tekrar ayak ucuma oturdu ardından elleri elbisenin etek uçlarına gitti. Yavaş yavaş yukarıya kaldırarak tam çıkartacakken kırmızı ve mavi yanıp sönen ışıkları gördü, tedirginlikle belindeki silahı çıkarttı. Beni kucağına alıp pencereye açtı.
“Eğer gelirseniz bu kız ölür,” diye haykırdı.
Polisler afallayarak birbirlerine baktılar, aralarından biri öne çıktı.
“Bırak o çocuğu. Hiçbir suçu yok,” dedi sakinlikle.
Namluyu kendine dayadı ve tetiği çekti. Hayalet gibi oldum işittiğim sesle, ufacık bedenimin her yerine lanetlenmiş kirli kanı sıçramıştı. Ben ise o anda hızla yere düşerek ayak bileğimi burktum. Ayağa kalkamadım, öylece durakaldım.
Birkaç dakika geçmeden kaskatı kesilmiş şekilde onun cesedine bakarken üvey abimle göz göze geldim. Koşarak yanıma geldi, eliyle kendine çekerek kafamı göğsünde bastı. Ağlamamak için zor duruyorken saçımı okşamaya başladı.
Kafamı yukarı kaldırıp “Abi, oda okşadı saçlarımı. Kirlendi her bir teli. Sen okşama çünkü ellerin kirlenir,” dediğimde saçlarımı bırakıp kucağına aldı.
“Koca yürekli kardeşim benim,” deyip yanağımdan makas aldı.
Evden çıktığımızda kucağından yavaşça indirdi.
Titreyen bacaklarım yürüyemeyecek haldeydi, yalpalayarak ağaca kadar yürümeye devam ettim. Sızlayan bileğime daha fazla dayanamayıp tam orada bıraktım kendimi. Arkasını döndüğünde geriye gelerek ağaca sırtını dayayıp oturdu ardından beni de dizlerine yatırdı.
O geceyi abimin dizlerinde ağlayarak geçirdim. Saatler geçti.
Abim “Sana bunu yapmasına nasıl izin verdin? ” Diye sorduğunda afalladım.
“Biz oyun oynuyorduk, ” dedim titrerken.
Ufuk ‘ un yüzü o anda soluverdi.
“Sana yaşatıklarına ‘ oyun ‘ mu dedi yani?” Dedi korkuyla.
“Hı-hı-hı,” deyince öfkelendi ama yenik düşmedi.
“Yaptığı o – o – oyun değildi,” diye kekeledi.
Endişeli bir merakla “Neydi peki?” Diye sorduğumda “Şuan anlatamam fakat ileride öğreneceksin ve çok üzüleceksin,” dedi.
Ben bunu şuanda 14 yaşında yazıyorum ve öğrendim gerçekleri. Abimin dilinin varmadığı acıların belki de en büyüğünü yıllarca yaşamıştım.
O adam kendisi ölse de izleri bedenimde yük olmaya devam edecekti. Daha fazla ağlamama dayanamayıp yüzümü ellerinin arasına aldı.
“Bu sefer seni koruyamadım ama söz veriyorum, kimse sana asla zarar veremeyecek.” Dedi ağlamaklı sesiyle. Gözyaşlarımı sildirtirirken “Söz mü?” Diye sordum titreyen dudaklarımın arasından.
Olumlu anlamda kafasını salladı, sokak lambasının sarı loş ışığının altında öğrendiğim gerçekleri asla unutmayacaktım.
O caddelere tarih kazınmıştı görünmez kazıkla.
İhanetle 5 yaşında tanıştım, oyun diye kandırılarak alınan ayakkabıların olduğu evi, abim uyurken polislerden saklanarak eve girdim. Buzdolabında duran dolu alkol şişelerini aldım ardından masanın üzerindeki çakmağı cebime attım ve gizlice çıkarken polislerin gittiğini gördüm. Annem de aynı evde geri hiçbir şey olmamış gibi yatmaya gitmişti.
Kucağım dolusu alkol şişelerini teker teker evin etrafına döktüm ve çakmağı yakarak oraya doğru attım.
Çatırdama sesleri huzur veriyordu yüreğime.
İçeride yatan annemin çığlıklarını duydukça yüzümdeki tebessüm daha da belirginleşmişti. Vicdanım kendini suçlamayı çoktan bırakmıştı. Yağmur bastırdığında gökyüzüne kahkahalar attım.
SU BİLE BENİM YANGINIMI SÖNDÜREMİYORDU.
Etrafımda döndüm, birçok çocuktan farklı olduğumu o gün fark ettim.
“Çıldırdım belki de,delirdim herhalde,” diye düşündüm kendi kendime.
EVET, BEN DELİRDİM…
EVET, BEN ÇILDIRDIM…
EVET, BEN KAFAYI YEDİM…
Bir süre alevleri izledikten uyumaya devam eden abimin yanına gittim, yanına kıvrılarak yayılan siyah dumanı izledim bir süre.
Onun gizlice kapıda her ana şahitlik ettiğini biliyordum, saflığımdan dolayı oda oyun oynuyoruz diye ses çıkartmadığını sanıyordum lâkin iş sadece bir oyundan ibaret değildi.
BU KÜÇÜK ELLER SESSİZLİĞİN KATİLİ OLDU.
5 YAŞIM İSE BENİM KATİLİM OLDU.
O gece hiç ağlamadığım kadar çok ağladım.
Canım yanmadı, ihanete uğradım.
Haykırdım sokaklara.
Lambalar söndü ve karanlığımla baş başa kaldım.
Berfu ‘ nun günlüğünü masaya koydum ardından Ufuk ‘ a ait olan siyah günlüğü elime aldım. İlk sayfasını açtığımda gözyaşlarının kirlettiği mürekkebi zar zor okumaya başladım.
22 Kasım 1999
…Ufuk…
Ona bir söz vermiştim lâkin kendim bile emin olmadığım bir söz…
Kendim acınacak haldeyken ona bakmam mümkün değildi. Dilimden çıkan kelimeler onun son umuduydu ama ellerinden alacaktım son umudunu çünkü canını daha fazla yakmak istemiyordum.
Gözlerimi açtığımda evimizden yükselen alevlerle karşılaştım. Dehşete düşerek Berfu’yu kaldırdım. Kısık gözleriyle bana baktı, onu ayağa kaldırıp elinden tutarak koştum oraya.
Annemin çığlıkları yükseldikçe eve gitmeye çalıştım fakat polisler engelledi. Yukarı kattaki pencereden annemin yanan cesedinin düştüğünü gördüm. Anılarımız yanan alevler arasında belirginleşirken gözyaşlarım kendini daha fazla tutamadı. Kafamı hafifçe arkaya çevirdiğimde Berfu ‘ nun titrek vücuduyla karşılaştım. Toparlanıp onu kolundan tutarak yürümeye başladım.
“Abi nereye gidiyoruz?” Diye sordu ama cevap vermedim.
“Gitmek istemiyorum,” dese de umursamadım.
Bir yetimhanenin kapısına geldiğimizde yere çöktüm. Saçını okşadım.
“Bak sana bir söz vermiştim,biliyorum ama ben bunu yapamayacağım. Çok özür dilerim,” dedim ve onu orada bırakıp yürümeye yöneldim.
Koşarak pantolonumdan tuttu, ağlarken “Abi bırakma beni,” diye yalvardı.
Kucağıma aldım onu, başlarımız birbirine değdi.
” Bunu yapma, seni bırakmak zorundayım ama sen böyle yaparsan bırakamam seni,” deyip kucağımdan indirdim.
Dizlerinin üstüne çöküp haykırarak ağlamaya başladı.
“SENDE BENİ BIRAKIP GİDİYORSUN, NİYE … NİYE?” Diye bağırdı.
“NE SUÇUM VAR BENİM? NİYE … NİYE?” Diye bağırdı tekrardan.
Vücudum kasıldı,dudaklarımı sertçe ısırdım. Başımı öne eğerek yumruklarımı sıktım ve koşmaya başladım. Arkamdan gelmeye çalıştı lâkin ıslak kaldırımda ayağı kaydı, düştü.
“Özür dilerim, ” diye fısıldadım.
Dayanamayacağımı bildiğim için arkama bakmadım.
Köşeyi döndüğümde yetimhane görevlisinin onu içeriye götürdüğünü gördüm, kaderinin daha iyileşeceğinin umuduyla oradan ayrıldım.
Bir Ufuk ‘ tan bir Berfu ‘ dan anılardan okumaya devam ettim.
22 Kasım 2005
…Berfu…
Abim beni terk edeli 6 yıl oldu. 12 yaşıma geldim. Seneler geçti ama Berfu büyümedi, yüzüne sarı loş sokak lambası parlarken ağacın altında uyuyan küçük kız duruyor öylece.
O kız hâlâ ağlıyor geceleri…
O kız hâlâ geçmişin acılarını çekiyor…
O kız hâlâ yaşadıklarında kendini suçluyor…
Abim daha mutlu olmam için beni burada terk etti lâkin daha mutsuzum ben.
2 yıldır sigara içiyorum parkta salıncak sallanmak yerine. Bir kere bile ziyarete gelmedi, telefon bile etmedi.
Yine istenmedim…
Yine dışlandım…
Yine ben üzüldüm…
Hayat ezdi geçti yüreğimi. Bıçaklandım sırtımdan kaderim tarafından. En sevdiklerim ihaneti kumda oynayacak yaşımda tattırmıştı.
Titreyen dizlerimi kimse tutup sakinleştirmeye çalışmadı. En ufak ateşten korkar hale geldim, bir zamanlar cayır cayır annemi yaktığım alevlerden kendim ürperiyordum artık.
Ufakcık 4 duvarda bana yaşatılmayan şey kalmamıştı.
İlk geldiğim gün, birkaç serseri kız herkes uyurken ağzımı yanındaki kızlarla bağlattırıp saatlerce tekme atmışlardı. Bıraktıklarında lavaboya koşarak gidip kan kusmuştum.
10.yaş günümde zorla yetimhanenin bahçesine çıkartarak bana toprak yedirmişlerdi. Bende isteklice onların üzerine tükürmüştüm, onlarda beni zorla soyup kullanılmayan soğuk depoya kilitlemişlerdi.
Donarak ölecekken müdüre beni çıkartıp azarlamıştı ve ceza olarakta yarım saat sırtımı kırbaçlamıştı. Her kusurlu davranışımda bunu yapıyordu.
Bunlar gibi veya aklıma gelmeyen daha beterlerini yaşamıştım. Hayat yaşam bağlarımı abimle beraber alıp götürmüştü.
Onun nerede olduğunu hep merak ediyordum ister istemez ama en çok merak ettiğim şey ‘ Acaba terk ettiği için pişman mıydı? ‘
Cevabını biliyordum aslında…
Kabullenmek zor geliyordu…
PİŞMAN DEĞİLDİ ÇÜNKÜ ONUN YÜKÜYDÜM BEN…
PİŞMAN DEĞİLDİ ÇÜNKÜ BİZ GERÇEK KARDEŞ DEĞİLDİK…
PİŞMAN DEĞİLDİ ÇÜNKÜ BANA BUNU LAYIK GÖRMÜŞTÜ…
Okuduklarıma inanmak istemedim, acının bir çocuğuydu adeta. Bunları okuduğuma sevinemiyordum merakımın gittiği halde.
Sokak lambasının altındaki küçük kızla beraber ağlamıştık, kaderine beraber isyan etmiştik. Bir konuya kafam takılsa da cevaplarını Ufuk ‘ tan alacağımdan emin olarak diğer günlüğü aldım.
30 Ocak 2004
…Ufuk…
Kendime bu sayfalara tekrar yazmayacağıma dair söz versem de yine elimde kalem ve önümde simsiyah günlük vardı.
Kalbim kadar zifire batmıştı sayfalar. Pişmanlıklarım konuşmayı bırakmıştı, kelimeler kifayetsiz kalmıştı onlara göre. Kalbim vicdanını, Berfu ‘ yu terk ettiğim gün armağan olarak bırakmıştı.
Kendimi en azından bir çatının altında yaşadığını düşünerek avutuyordum. Sokakların gerçekliğini görebilecek kadar büyük değildi. Gitmemem için yalvarsa da kendi karanlığımda boğacak kadar zalim değildim bu yüzden bırakmak zorunda kaldım.
Görevli sürükleyerek içeri soktuğunda oraya doğru adım attım lâkin pişman olmak için çok geç olduğunu hatırlayınca geriye dönüp uzaklaştım.Yaşadığım her bir günü onunda yaşadığını umarak geçiriyordum.
Takvimden yırtılan her yaprakla onu alacağım zamana yaklaştığıma inanıyordum.
Elbet gün gelecek,kavuşacaktık.
Üveyliğimizi değil, kardeşliği benimseyen iki çocuktuk.
Affedilmeyeceğimden korkuyordum bu yüzden ziyarete gidemiyordum. Hesap sorduğunda cevaplayamamaktan korkuyordum.
Korkum ilk defa cesaretimin önüne geçti.
Bu tarihten öncesi ve sonrası değil, sadece bu tarihi unutmak istemiyordum.
Defteri aniden kapattım, bu kardeşlik bağı Arıkan ‘ la benim aramda bile yokken üvey kardeşlerde olmasına şaşırmıştım.
Roman hissiyatı veren günlüklerini okuduğumu asla söylemeyecektim çünkü söylemek ipi koparırdı.
Kırılmış kız kardeşin sessizliği…
Pişmanlıkla dolu abinin öfkesi…
Ve aralarındaki geçmişin düğümleri…
Hayatın zalimliği tek bana değildi. Masum insanlığa garezi vardı kaderin. Özümüzdeki iyiliği iskenceleriyle yok etmeye çalışsa da ufak kırıntıları derinlerimizde özenle saklıyorduk.
Biz aslında acının çocuklarıydık. İçimizde yarım kalmış ufacık yaşlardaki çocuklar ağlıyordu her gece. Küsmüşlerdi hepimize ve asla barışmayacaklardı.
Esra YILMAZ