
Ayşe Can
“Gökyüzüne Uzanan Bir Ses: “Göğe Tırmanan Çocuk”
“Bazen bir şeyden henüz onu anlamadığın için korkarsın.”
Ali Standish’in kaleme aldığı, Alette Straathof’un naif çizgileriyle hayat bulan “Göğe Tırmanan Çocuk” (Climbers), modern çocuk edebiyatının sınırlardan ve ötekileştirmeden azade, evrensel bir dille konuşabileceğinin lirik bir kanıtı. Bu eser, sadece bir macera hikâyesi olmanın ötesinde, aidiyet, kabul görme ve insan ruhunun yaralı kısımlarını onarma üzerine yazılmış, derinlikli bir şiirsel deneme.
Hikâyenin merkezinde, adeta etrafındaki kasabanın gri tonlarından fırlamışçasına canlı ve meraklı bir ruh olan Alma duruyor. Alma, yaşadığı dünyada bazı kapıların kapalı, bazı yolların ise yasaklanmış olduğunu erken yaşta fark eden, sezgileri güçlü bir kız çocuğu. Onun içindeki gökyüzüne tırmanma arzusu, basit bir çocuk hayalinden ibaret değil. Dışlanmışlığa, önyargılara ve duvarlara karşı duyulan saf bir itirazın metaforik ifadesi… Alma, gözleriyle görmediği, dokunarak hissetmediği sınırları reddediyor. Onun amacı, yeryüzü ile gökyüzünün birleştiği o efsanevi noktaya ulaşmak. Bu, aslında kendisi ile evrenin birleştiği o kusursuz uyum anını arayışıdır.
Standish, bu yolculuğa çıkarken Alma’yı yalnız bırakmıyor. Ona eşlik edenler, tıpkı kendisi gibi, toplumun ‘fazlalık’ olarak gördüğü, kendi benliklerine ait bir köşe arayan bir grup kayıp ruh: Tully, Yıldızlı Ayı, Kuyruklu Yıldız ve Serçe Kurt. İsimler, masal kitaplarından fırlamış gibi dursa da her biri toplumsal dışlanmanın farklı bir yüzünü temsil ediyor. Tully’nin durgunluğu, Yıldızlı Ayı’nın büyük ve hassas varlığı, Kuyruklu Yıldız’ın anlık parlayışı ve Serçe Kurt’un ürkek cesareti… Bu birliktelik, yazarın asıl anlatmak istediği temaya hizmet ediyor: “Bir araya gelmek, farklılıkların değil, ortak yaraların birleştiriciliğidir.” Onlar yalnızca bir macerayı değil, aynı zamanda mülteciliğin, ait olamamanın ve yuvayı kaybetmenin getirdiği o derin boşluğu da birlikte taşıyor. Enkaz halindeki ruhlarını, yol boyunca kurdukları bağ ile onarıyorlar.
Kitabın dili, anlatının en güçlü yönlerinden biri. Standish, en karmaşık ve ağır temaları bile, cam gibi berrak ve lirik bir sadelikle aktarmayı başarıyor. Orman betimlemeleri, gökyüzünün sonsuzluğu ve karakterlerin iç dünyalarındaki fırtınalar, yoğun bir imgelem gücüyle işlenmiş. Yazar, gereksiz süslemelerden kaçınarak, okuyucuyu doğrudan hikâyenin kalbine, o yaralı ve umutlu yere davet ediyor. Bu sade ve akıcı üslup, eserin hem genç okurların elinden düşürmeyeceği bir macera hem de yetişkinlerin üzerine düşüneceği felsefi bir metin olmasını sağlıyor. Edebi sadelik, yapaylıktan uzak, samimi ve insana dair bir hikâye kuruyor.
”Göğe Tırmanan Çocuk”, modern dünyamızın ‘duvar örme’ hastalığına karşı yazılmış güçlü bir manifestodur. Kitabın ilerleyen sayfalarında, gökyüzüne ulaşmanın fiziksel bir eylemden çok, zihinsel ve duygusal bir kabul süreci olduğunu anlıyoruz. O duvarlar, taş ve tuğladan değil; korkudan, anlaşılmamaktan ve “biz” ile “onlar” ayrımından örülmüştür. Alma ve arkadaşlarının yolculuğu, bu duvarların ancak sevgi, empati ve koşulsuz kabul ile yıkılabileceğini gösterir.
Sonuç olarak, Ali Standish, bu eserinde çocukluğumuzun saf merakını, dünyanın acımasız gerçekleriyle harmanlayarak, okuyucunun içine işleyen bir anlatı sunuyor. “Göğe Tırmanan Çocuk”, bir umut feneri gibi parlayan, okuyucusuna en büyük yolculuğun dışarıya değil, kendi içimize ve kalbimizin kabul alanına doğru olduğunu fısıldayan, unutulmaz ve zarif bir kitap. Her sayfası, daha iyi bir dünya hayal etmenin ve bu hayale tırmanmanın mümkün olduğunu gösteren bir adım ve edebiyatın iyileştirici gücüne inanan herkesin kütüphanesinde bulunması gereken nadide bir eser.
Ayşe Can