
Büşra Eraltuğ
“İçimdeki fırtına sessizdi; ama beni ben yapan oydu.”
Bazı geceler vardır, insanın içine çöker. Dışarıdan hiçbir şey görünmez, yüzünde hafif bir
gülümseme bile olabilir. Ama içerde, göğüs kafesinin en kuytusunda, sessizce kanayan bir yer
vardır. Şarkıların sustuğu, kelimelerin bittiği, insanın kendine bile itiraf edemediği o derin,
karanlık oda… Orada büyür insan aslında. Kimsesizliğini duyduğu yerde. Sesini kimsenin
duymadığı yerde.
Çünkü insan en derin yaralarını kimseye göstermeden taşır.
Hayat bize çok şey öğretir ama en ağır dersi şudur:
Acı, görünmezdir.
Ve görünmeyen şey, en çok yer kaplar.
Biz büyüdükçe, içimizde taşlaştığını sandığımız şeylerin aslında su olduğunu
öğreniriz—sadece akacak yer bulamamıştır. İçimizde ne çok göl biriktirmişiz meğer. Bir
sözün ağırlığını fark ettiğimiz an, bir hatıranın tenimize değdiği an, bir vedanın açık kapı gibi
arkamızdan rüzgâr aldığı an…
İnsan bazen susarak hayatta kalır. Konuşursa yıkılacağını bildiği için.
Bazen de biri sorsa, sadece “iyiyim” der. Çünkü iyileşmek için yalnız kalmak gerekir. İnsan
kalabalıkların içinde çözülmez; en karanlık an, en sessiz olan andır.
Ve o sessizlikte fark ederiz: Aslında hiçbir acı yok olmaz. Sadece yer değiştirir. Kalbin bir
köşesinde kendine bir yatak yapar. Zamanla o yatağı kabulleniriz. Adına “ben” deriz.
İşte büyümek tam da budur. Büyümek, kırıldığın yerle dost olmayı öğrenmektir.
Belki de bu yüzden bazı insanlar diğerlerinden daha sessizdir; içinde konuşan şeyler çok fazla
olduğu için. Belki de bazı bakışlar daha derindir; çok şey görüp, çok şey sakladığı için. Belki
de bazı insanlar “anlatamıyorum” dediğinde aslında “taşıyamıyorum” demek ister.
Ama kimse duymaz. Çünkü duymak cesaret ister. Ve biz çoğu zaman kendimizi bile
duymaktan kaçarız.
Bir gün…
Hiç beklemediğimiz bir anın ortasında—belki bir şarkının bir saniyesinde, belki bir yan
bakışta, belki bir rüzgârın saçımıza dokunuşunda—içimizde sakladığımız fırtına yeniden
ayağa kalkar.
O an insan kendine dokunur. Titreyerek. Korkarak. Ama gerçek bir cesaretle.
Çünkü insanın en büyük mücadelesi, dışarıyla değil, kendi içiyle olur.
Ve anlarız: Kırılmak bir son değilmiş. Kırılmak, içimizde ışığın nereden sızdığını gösteren bir
çatlakmış.
Biz iyileşmeyiz aslında; biz ışığın gelişine izin veririz. Her acı, içeri biraz daha gün doğurur.
Her yara, biraz daha insan eder. Ve insan olmanın onuru belki de tam buradadır:
Acıyı saklayarak değil, onunla yüzleşerek yürümekte.
Şunu unutma:
İçinde sakladığın fırtına seni yıkmak için değil, seni sen yapmak için var.
Ve bazen en büyük güç, yıkılmamakta değil, yıkıldıktan sonra yeniden ayağa kalkacak kalbi
hâlâ taşıyabilmektedir.
Bildiğimiz gerçekleri yalın bir şekilde dile getirmişsiniz.Kaleminize sağlık