Türk’ün yüreği gibi sev beni Kalbi umutla çarpan Dur durak bilmeden koşan Koştukça umut saçan, Türk’ün yüreği gibi sev beni *** Sesim bazen çatlar Çünkü içimde Söylenmemiş destanlar var. Bundandır çözülmeyen dil bağım. Türk’ün yüreği gibi sev beni *** O yeter bana Beni süsleme kelimelerle Bayrak as rüzgârıma sadece Dalgalansın...
Çocuk… Çocuk kavramı; kimisine göre bir evliliğin meyvesi, kimisine göre ise bir zevk bencilliğinin sonucudur. Yoksa çocuklar; ebeveynlerin kendi projelerini beğenmedikleri için yeni bir proje üretmeye çalışan mühendislerin bir sonucu mudur? Ya da anne ve babanın kendi kuramadıkları, gerçekleştiremedikleri hayatların yeniden filizlenebilme ihtimalini yükledikleri birer temsilci mi? Oysa çocuk, geleceğin...
Gel desem gelir misin be sevgili;Yokluğuna yazıyorum bak bu satırlarıBiraz gözlerim yaşlı, sesim ağlamaklıYokluğunda kalbim sızılıGel desem gelir misin be sevgili Her harfinde seni andımHer satırında sana ağladımBen hep sana yandımGel desem gelir misin be sevgili Geceyi sabah ettimKendimi talan ettimSeni ararken bu şehri tavaf ettimGel desem gelir misin be...
“İstanbul’u en iyi, bir vapurun camından bakınca anladım.” Bu şehre yerleşmek için gitmem ben; her yıl yaz ve sonbahar mevsiminde, Düzce’den ara ara uğrarım ona. Gidişlerim bir kaçış değil, daha çok bir yoklama gibidir. Kalabalığın içine karışmak için değil, kıyısında durup kendimi dinlemek için giderim. İstanbul’a her varışımda aynı hissi...
Geceye soruyorum seni, Yine cevapsız çınlıyor adın. Bir şarkı gibi dönüyor içimde, Ama artık dans etmiyor kalbim. Gözlerin hâlâ üzerimde, Ama ben başka bir rüyadayım. Kalbim mi kırıldı, yoksa özgür mü oldum, Anlamıyorum, ama parlıyorum hâlâ. Aşk dedin, ateşti belki, Ama ben küllerimle makyaj yaptım. Her darbeden sonra aynaya baktım,...
Meğerki yükmüş sendeki değerim, Zannıımca büyükmüş kalbinde yerim. Her beşeri darbeye Rahman, Rahim; Payidar değiliz, sonumuz vahim. *** Herkes tanışana kadar melekti, Aniden düşman gibi kılıç çekti. Dert, kendine ortağı bizi seçti; Payidar değiliz, sonumuz vahim. *** İnsan istiyor berrak gibi kader, Hayattır bu, bilmem Mevla’mız ne der? Kıymet bilemeyen...
Müsaadenle bugünlük gideceğim yarınlara, Geçen umudun doğurduğu ay bir günlüğüne misafir olmuştu evrene, Renkli şekerlerle bezemiş bir taş duvar isyan yüklü tarihe başkaldırmıştı, Zaman ahşap bir merdivende dikilmiş bir bakış direk gibi çakıldı gözlerime, Ahh sevgili nedensiz asılı kalsaydım yüreğinde, Bin kez umutlar intihar etti şıkırtılı teninde, Huzur sokağının omuz...
Apartmanın kapısının önünde oturuyordum. Bizimkileri bekliyordum ama beklemek dediğim, vakit geçirmekten çok gözcülük gibiydi. Gelen geçen büyüklere selam veriyordum. Bazıları durup yüzüme baktı, bazıları hiç oralı olmadı. Selam almakla şaşırmak arasındaki o kısa tereddüdü fark ediyordum. Selam verirdik, racon buydu. Mahalle sessizdi. Sabahın erken saati, hafta sonu. Henüz sokak bize...
Takvimden yapraklar düşerken, yıllar nehir gibi akıyor. Bakıyorum hazan aynasına; cam buğulu ve dumanlı… O buğuda üç ayrı çehre beliriyor birden; Aynı camda üç ayrı zaman, üç ayrı insan hali. Biri hazan aynasında; Kıyıda dalgaları sayan bir çocuk kadar sabırsız… Zamanı bitmez bir oyun sanan, saf bir telaş içinde; Kaybetmenin...
Kahveci dükkânının kapısı çiling çiling sesleriyle açıldı. Genç kadın kendini hışımla içeri attı çünkü dışarda hürmetli bir soğuk vardı. Bu üçüncü dalga sevimli kahveci dükkânını çok sevmesine rağmen aslında bugün buraya uğramak gibi planı yoktu. Ofisten çıkmış, alışverişini yapmış ve aylardır göremediği büyükannesine doğru yola koyulmuştu ki birden ne kadar sıkıştığını...
Bir ay doğdu geceden, Meltem tadı doldu ay ışığına. Deniz parladı yıldızların altında, Gök ağladı… onun feryadına. Canlılar sağır kaldı, duymadı bu sesi, Oysa sarsıldı toprağın, taşın sinesi. Ağaçlar, dağlar, yer ve gök yüzü, Ağladı bu sevdaya, döküldü gözü. O sessiz çığlık ki; öyle manidar, Selam durdu önünde bütün...