“Etkisi hala süren efsanevi bir aşk hikayesi var mı?” dedi biri…
“Yok, öldürdük hepsini” dedi diğeri…
…
Birbirinden bu kadar farklı, tuşlu, yaylı, vurmalı, üflemeli çalgıların bu kadar harmonik ezgilerini duydukça kulaklarında, tüm duyguları ayaklanmıştı. Söze gerek yoktu; orgun, gitarın, davulun, sazın ve kavalın tınıları yetmişti. Aşk, özlem, sevginin her türlüsü ve hüzün… Hepsi de kabarmaktaydı içinde, ulu bir dağ gibi…
Moğollar’ın “Ağrı Dağı Efsanesi” idi, kulaklarında çınlamakta olan…
Yaşar Kemal… “O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık” demişti ya, işte öyle şeylerdi zihninden o anda ilk geçenler…
Hüzünlüydü, özlüyordu yitirdiklerini… Annesini, babasını, yakınlarını ve genç yaşta göçüp giden dostlarını…
Sevgilileri… Sevgilileri de olmuştu, sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az… Az ama öz… Her biri kendinden çok şey alan ve karşılığında da mutlaka önemli bir şey veren…
Gözyaşları ve kahkahalarla ruhunu arındırmıştı bir şekilde; bilinçaltına, bilinç dışına, hayatına dokunanlar… İçindeki zindana mutluluk ışığı süzülmekteydi, gökyüzünden…
Gözlerinden birer damla yaş süzüldü yanaklarına. Ağlıyordu işte… Ağlıyordu; mutluluktan mı, özlemden, hüzünden mi bilmeden…
Nerede olduğunun bir önemi var mıydı? Yoktu ama anlamı vardı. Doğru… İnsan evrende yüreği kadar yer kaplıyordu. Haklıydı bunu dile getiren Yaşar Kemal…
İşte, yürüyordu deniz kıyısındaki ıssız yolda, dolunay olanca güzelliği parıldamaktayken gecenin karanlığında…
Ay ve onun içinde kadim büyüyü saklayan efsunlu gümüşi ışığı… Denizin üzerinde oynaşan yakamozlar…
Hafızasında canlandı yalnız ama ay ışığıyla dolu geceler…
https://www.truvaedebiyatdergisi.com/…/agri-dagi…
Serhan Poyraz