Bu gece çok düşünceliydi. Evden bilinçsizce çıktı nereye gideceğini bilmeden. Ayakları, onu deniz kenarına doğru götürdü. Hiç itiraz etmedi. Çakıl taşlarının ayağının altında gıcırtılı sesler çıkartması hiç rahatsız etmiyordu onu. Oturabileceği yükseklikte bir kaya parçası bulup oturdu. Dolunayın parlak beyaz ışığı denizin yüzeyine vurmuş, hafif esen rüzgarın etkisiyle dalgaları kendi kendine sallanan salıncak gibi sallıyordu bir ileri bir geri. Oturduğu yerde hafifçe eğilip, minik bir taş alıp denize attı. Su, atılan taşla hareler oluştururken, kendi aklından geçen düşüncelere benzetti hareleri. Düşünceler de böyleydi işte. Önce kuvvetle geliyor insanın aklına, büyüdükçe yok olan hareler gibi etkisini kaybediyordu bir süre sonra. Derin bir nefes alıp, mis gibi deniz kokusunu doldurdu ciğerlerine.
Gökyüzünde parlayan dolunay, uzun ve simsiyah saçlarına hileli ışıklar yayıyordu. Kimi pembe, kimi mor ışıklar. Silueti ünlü bir ressamın elinden çıkmışçasına kusursuz görünüyordu. Gözlerini kapatıp denizin, rüzgarın şarkısını dinleyecekti bu gece.
Yarın ne kadar önemli kararlar vermesi gerekse de, o bu gece özgür bir nefes alacaktı. Belki bunca yıldır almadığı kadar özgür bir nefes olacaktı bu. Yarına çıkıp çıkamayacağı belli olmayan ama özgür bir nefes….
Tam biraz rahatlamış ve anın tadını çıkartırken, arkasından gelen bir ayak sesiyle irkildi. Kalbi deli gibi çarpmaya başlamıştı. Korkudan arkasına bile dönüp bakamıyordu. Ķimdi? Acaba bu gelen. Ayaklarının bilinçsizce onu sürüklediği bu yerde kendini hiç güvende hissetmiyordu şimdi. Oysa ki az önce ne kadar da iyi gelmişti ona burası. Arkasındaki kişi ya kendine zarar verecek biriyse? Ya sarhoşsa? Gözleriyle etrafı taradı arkasına dönmeden. Kimsecikler yoktu, ama çakıl taşlarının sesinden arkasından gelen kişinin yaklaştığını hissedebiliyordu. Korkudan donup kalmıştı sanki, ne yapacağını bilemez bir halde öylece oturuyordu. Ne yapacağına karar verebilmek için zihnini zorluyor ama aklına bir şey gelmiyordu. O bunları düşünürken artık sadece ayak sesleri değil, gelen kişinin nefes sesleri de duyulmaya başlamıştı. Son bir cesaretle arkasını dönüp bakmaktan başka çaresinin olmadığına karar
vererek döndü ve ayağa kalktı. Korkudan tüm vücudu titriyordu ve gözlerini sımsıkı kapatmıştı, yabancının tam burnunun dibine geldiğini anlayana kadar. “Son bir cesaret” dedi kendi kendine, aç gözlerini ve ne olacaksa olsun, ölümden öte köy mü var?
Açtı gözlerini ve gördüğüne inanamıyordu. Bundan 8 yıl önce yurtdışına bir görev için giden, ama gittiği günden beri bir tek telefon görüşmesi bile yapamadığı, sesini, yüzünü neredeyse unutmaya başladığı ilk ve tek aşkı, ölümüne sevdiği adam karşısında duruyordu. Korkusu bir anda inanılmaz bir sevinç ve aynı anda çok büyük bir öfkeye dönüştü. Deniz mavisi gözlerinde öfkenin ve sevincin birbirine bulandığı yaşlar, hırçın rüzgarların getirdiği yağmurlar gibi akıyordu. Kaskatı kesilmiş vücudunu zorla hareket ettirerek, kocaman bir tokat patlattı önce sevdiği adamın suratına. Hıçkırıkları konuşmasına izin vermiyor ama adamın göğsünü yumrukluyordu sekiz yılın acısını çıkartırcasına. Adamsa hiç konuşmuyor, öfkesinin bitmesini bekliyordu sanki. Sonra yavaş yavaş sakinledi. Ellerini iki
yanına indirdi, tüm gücü bitmişti sanki. Arkasını dönüp, az önce ayrıldığı kayanın üzerine bıraktı kendini. Ağlaması azalmış, nefesini biraz daha düzenli almaya başlamıştı. Çok şey söylemek istiyor, kelimeler zincire vurulmuş gibiydi ağzının içinde bir türlü çıkmıyordu.
Adam, ağır ağır yanına geldi, diz çöktü. Kadının ellerini avuçlarının içine alıp, hafifçe dudaklarına götürdü, öptü, öptü.
-“Özür dilerim, özür dilerim sevgilim” diyordu.
Kadın biraz daha sakinlemişti. Aklından binlerce soru geçiyordu ama bir tanesini sorabildi.
-“Neden?”
Adam ellerinde kadının elleri, gözlerine bakarak başladı anlatmaya:
-“Devlet için çalışıyordum, ama birlikte olduğumuz yıllarda seni kaybetme korkusuyla bunu sana söyleyememiştim. Yurt dışına gizli bir görevle gönderildim. Ama görev süresi belli değildi. Tahmini bir süre sorduğumuzda da en fazla 1 ay olduğu söylenmişti. Ben de 1 ay nasılsa çabuk geçer diye ummuştum. Ama oraya gittiğimizde işler değişti. Tüm iletişim araçlarını kullanmamız yasaklandı. Kullanmaya kalkarsak da sonucunda ölümle tehdit edildik. Hem bizi, hem de arkada bıraktığımız sevdiklerimizi öldüreceklerini söylediler. Kimliklerimiz değişti. Bize farklı isimler verdiler. Resmiyette ölüydük aslında, başka kimliklerle yaşıyorduk. Bir suç örgütünün peşindeydik. Bu örgütün kolları yurtdışına kadar uzanıyordu, çökertebilmek için aralarına katılarak onlar gibi davranmamız gerekiyordu. Bu yüzden de hiç kimse ile iletişim kuramazdık. Emirler kesin ve netti. Kendi hayatlarımızdan çok, sevdiklerimizin hayatlarına zarar verilmesinden korktuk. Benimle birlikte beş arkadaşım daha vardı ve hepimiz aynı şartlardaydık. Zaman akıp geçti, sekiz yıl boyunca vatanımızdan,
sevdiklerimizden ayrı örgütün pis işleriyle uğraşmak zorunda kaldık. Nihayet plan sekiz yıl sonra başarıya ulaştı. 1 saat önce uçaktan indim ve eve geldim ama sen yoktun. Ne yapacağımı bilemez bir halde yürürken, ayaklarım beni buraya getirdi. Çünkü her canımız sıkıldığında seninle buraya gelirdik. Burası bize iyi gelirdi. İşte buradayım ve yanındayım sana her şeyi anlattım. Beni affedebilecek misin canım?”
Kadın ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. Öfke ve sevinç birbirine arkadaş olmuş, bedenini baştan aşağı sarıp sarmalamıştı. Gözlerinden yine yaşlar süzülmeye başlamıştı ama o an kararını vermişti. Sorgulamayacak işi daha da zora sokmayacaktı. Çünkü bu konuşma öncesine kadar sekiz yıl boyunca çok acı çekmiş, yaptığı araştırmalarda sevdiği adamın öldüğünü, cenazesini de ona veremeyeceklerini söylemişlerdi. Şu an kendisi de nasıl dayandığını bilemese de, sekiz yıl öldüğüne inanmak istememiş elbet bir gün dönecek diye bir değil, bin umutla beklemişti. Kendini öldürmek bile istemiş, ya gelirse diyerek ona da cesaret edememişti. Ama bu gece buraya geldiğinde bir karar verecek, yarın ya hayatına devam edecek ya da etmeyecekti. Tam düşünürken sevdiği adamı karşısında görmüştü.
Hayat değerliydi, yaşamak güzeldi, sevdiği adam gelmiş, ona soruyordu şimdi: “Affedebilecek misin?” diye. Aslında yaşadığı o korkunun içinde bile, onu karşısında gördüğü ilk an affetmişti o, gerekçesi ne olursa olsun. Tüm bunları düşünürken cevap verdi ona:
-Evet, affettim, çünkü seni çok seviyorum.
İki sevgili birbirlerine sarılıp öylece kaldılar. Kadın aklından geçiriyordu, Allah’ım sen ne büyüksün ben
canıma kıymaya karar vermişken, sen benim canımı, bana bağışladın. Şükürler olsun, yaşıyoruz…..
Seçkin Eroler Avcı
6 Şubat 2022
Çok güzel
Harika bir yazı olmuş, devamında gelir ve bunu bekliyorum emin ol
Akıcı ,sürükleyici,anlamlı sonuç olarak çok güzel.Bu yazıyı daha iyilerin öncüsü olarak algılıyorum.Tebrikler. Ahmet Aydınay
…müthiş bir öykü, insanı alıp götüren, sarıp sarmalayan, öykülendiren bir anlatım. ellerine sağlık, çok hoşuma gitti. tebrik eder devamını da beklerim…
Oldukça güzel bir öykü. Heyecan verici. Yazara teşekkür ediyoruz.
Yaaaaaa ben iptal şuan elimde okuduğum roman olsaydı sonra ki sayfa da ne olacak diye hızlıca sayfaları çevirirdim.
Yüreğine kalemine sağlık