Devletin işler kötü gidiyor. Kötü giden devletin işleri bulanıktır. Ne tarafta olduğu ve ne kadar doğru olduğu seçilemiyor. Seçilmeyen; bizi yönetenlerin aksettirdiği boyun eğmesi… Boyun eğmekten usanmadık mı? Kaç asır oldu kendimizi hasta zannedip ameliyat masasına yatırmaktan bıkmadık mı? Kendimiz olmaktan ve kendimiz gibi mücadele etmekten kaçıyoruz. Bağımsızlığımız tehlikelerle doludur ama kaç babayiğit idareci var bunu gündeme getirebilecek? Gündeme getirmeyen idareciler ne diyor? Tehlikelere göğüs germekten ise kabullenmek daha akıllıca… Peki taviz vererek nereye kadar gideceğiz. Açıkçası yaptıkları hep kan kaybettirmek ve parçalanmaya göz yumaktır. Parçalanmayı kendine hedef edinenler körü körüne boyun eğiyorlar. Zaten kan kaybederek zayıflayan ülkenin bağımsızlığı unutuldu. Son yıllardaki teslimiyetçi politika ile bir önceki politikanın gücümüze güç kattığı bağımsızlık üniformalarımız parçalandı. Üniformalarımız parçalanınca çırılçıplak kaldık. Üniformalar içinde iken bir tek Atatürk mit’i peyda edilmişti ama Atatürk mit’ini atalı çok oluyor. Peki diğer mit’imiz nedir? Cevap yok. Acaba mit’imiz din mi? Dini de çoktan öldürdük. Dini değiştirerek öldürdük. Ortada bir din var ama bu benim bildiğim dinim değildir. Benim dinim toplumun arasında bir bağ idi. Bu bağ insanları bir araya getirirdi. İnsanları bir araya getiren din yok edildi. Milliyetçiyiz. Neyin milliyetçisi? Orta Asya’nın en bedbaht, en vahşi ve en barbar Cengiz Han’ın orduları bizi avutabilir mi? Ya da yeniden sipariş edilen Osmanlı olmak bize biçilmiş gömlek olabilir mi? Tabi ki uzun süren tarihin bize faydalı taraflarını alacağız. Peki şimdi bizi ne avutabilir? Kendi birikim ve üstüne ekleyeceğimiz yeni medeniyetimiz. Tabi ki kendi medeniyetimiz varken, ne ırk sorun olur, ne de milliyetin rengi. Evet, belki bir zamanlar değerlerimiz fetih kılıcıyla getirilen medeniyet idi. Ama kılıçla değil, medeniyet artık düşünmekle ve ancak yeni düşünceler üreterek yükselir. Zaten düşünmeyince kılıçla savaşanlar, ellerinden kılıç düşünce düşünmeyi unuttular. Kılıcın hükmü kalkınca bizde ne düşünce kaldı, ne de güç kuvvet… Ve düşüncesiz kalırken, bizde yeni bir çağ başlatıldı. Bu çağ şişirme kahramanlar doğurdu. Bu kahramanlar ülkeye bir şey vermedi. Şişirme de zaten beklenilen hizmeti vermediği içindi. Çağın tapılan putlarının bilinen tarafı, bilmedikleri bildiklerinden çoktu. Şişirilen cahillikleri güzel kılınıyordu adeta. Arkalarında koşanların hepsi cahillerdi. Yöneticiler cahillerle yükselirken, devletin yükselişi yürüme değil adeta kör topal bir sürünme… Zaten cahiller, yöneticileri tapar derecede sevdikleri için makam mevki sahibi yapılmışlar ve üniversitelerde hoca olmuşlar. Kendileri kulluk yaptıklarına emin… Çünkü kulların kelimeleri yavan ve süslemeleri sadece pırıltılı… Kulluğu kabullenmiş bir şuur daha doğrusu gönüllü köle olmuş bir şuur… Bu muhabbet gösterisi ne yazık ki halkı anlaşılmaz bir çelişki ile doldurmuş. Zaten onlarla halk bir arpa boyu bile ileri gitmedi. Halk için daima alışagelen yenilikler var ama yenilikler de hep çıkmaz sokak… Ve çıkmaz sokakta hep bir hizmetkarın efendisine duyduğu duygular depreşip durmaktadır. Bu çıkmaz sokakta mevki ve makam hizmetkarlığı da ancak tapılan yöneticileri tarafından boyunlarına asılmış yafta… Hepsi de kaz idi ama yumurtaları olmayan kaz. Yumurtaları olmadığı için yavruları da olmadı. Açıkçası devletimiz bir asırdan beri anlaşılmamaktadır. Hep devletle halk bir çelişki ve tenakuz içindedir. Mantığın kabul etmediğini ve halkın kabul etmediği ne yazık ki hep ülkede devam etmektedir. Ve devamlılık ile halkın aklı ve mantığı anlaşılmadan ölmektedir. Çünkü devlet kendi başlangıcı ile başlayan hatasını hala düzeltmemiş… Düzeltilmeyen tarihin harcını hep geride kalış harcıyla yoğrulmakta… Gerçekler bunu haykırırken bizden itaat ve tevekkül istenmektedir? Peki, birbirimizi itaat ve tevekküle anlıyor muyuz? Ses yok sadece sukut var…